.jpg)
Necip Cengil
necip.cengil@hotmail.com
Susmanın bedeli var mı
Yalnızca konuşmanın değil, suskunluğun da bir bedeli vardır. Öyleyse kural; ne ilkesiz konuşmak ne de ilkesiz susmak olmalı.
İlkesiz konuşmak, gerekli gereksiz, kendisini ilgilendiren ilgilendirmeyen konularda laf yığını oluşturmaktır. Laf yığınlarıysa tuzaklarla doludur çünkü kişi yığınla laf edince dilini kontrol edemeyecektir.
Hani kişiye her duyduğunu söylemesi günah olarak yeter denir. Her duyduğunu söylemesi bir laf yığınına zemin hazırlar. Bu nedenle duyduğunu tetkik ettikten sonra konuşmak gerekir.
Konuşmanın insana hazırladığı tuzaklar vardır da, susmanın suskunluğun tuzakları yok mudur?
Dünya ateşe verilmiş, ben “bana ne diyorum” veya “üstüme vazife değil” diye kenarda durmayı tercih ediyorum. Bir yanlışı düzeltmek için dilimi dahi oynatmıyorum.
Ülke yangın yerine çevrilse, aman uğraşan uğraşsın bana ne diyorum.
Nesil ahlaken dibe vuruyor diyorlar, ben “genci olan düşünsün” diyorum.
Gözümün önünde, şahit olduğum olaylar yaşanıyor ve gelip bana ne gördüğümü soruyorlar, ben “şimdi başıma bela alırım” diye düşünüyor ve susmayı tercih ediyorum.
Ülke selameti için konuşması gerekenler susuyor.
Adam siyasete atılıyor, ülke selameti için konuşması gereken noktada susmayı tercih ediyor.
Veya konuşması gerekenler doğruları çarpıtıyor.
Çarpıtılan doğrular ve suskunluklar nedeniyle bütün bir dünya, ülke ve şehirler tarihi bedeller ödüyor.
Bugün yaşadıklarımızın önemli bir kısmı, zamanında konuşması gerekirken susmayı tercih edenler yüzünden yaşanıyor.
Elbette “ya hayır söyle ya da sus” denmiştir. Ve doğrudur. Şer akıtan dil hayata bir şey kazandırmaz. Lakin susayım derken “hakkı ketmetmek” de aynı şekilde bir başka yanlıştır.
İnsanın onuru “hakka şahitlik” etmekten geçer.
İnsan başkalarının veya kendi kendisinin tutsak kıldığı kelimeler nedeniyle çok şey kaybetti. Tutsak kılınan kelimeler hayata hayrı taşıyacak kelimelerdi:
Kelimeler tutsak kılındı önce
Beyinlere kafes çizdi ustalar.
Dil bütün anlamlarıyla kilitlendi,
Can evlerinden vuruldu insanlar…
Doğruya ulaşanlar susmayı, yanlışı bayraklaştıranlar pervasız konuşmayı hayatın her alanına taşıyınca insanlık dibe vurdu.
Bugün de durum aynı; ulaştıkları gücü, pervasız, faydasız ama çığırtkan konuşmalara mesnet yapanlar var. Konuşmayı kendilerine bir hak görürken, ötekinin hakkına susmak düşüyor.
Sen sus ben konuşayım, ben konuştukça sen sus ifadesi bazılarınca bir “ilke” haline dönüştürülüyor.
Öteki konuşunca “bunlar da fazla oldu” diyerek, kimi karanlık odaklarca üzerine abanmaya çalışıyorlar.
Ülke için birlikte konuşalım ve yine ülke için birlikte susalım çağrısına uymayı düşünmüyorlar. Zira konuşmayı kendilerine, susmayı ötekine bir hak olarak belirlemişler çoktan…
Konuşması gerekenlerin suskunluğu, insana ve ülkeye bedeller ödetiyor. Hatta bazıları oluşturmak istedikleri bir “taraf kumpasıyla” ötekini bütünüyle sindirmek istiyor.
Bugün oynanan oyunların çoğu, doğruların ortaya çıkmasını engelleme girişimleridir. Doğruların ortaya çıkmaması için de her alanda bir tekel oluşturmak gayretleri var.
Suskunluğun bedeli zihinsel kuşatılmışlık olarak karşımıza çıkıyor. Zihinleri kuşatanlar doğruların hayata renk vermesine mani oluyor.